Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Sofu Baba Türbesi:
Sofu Baba Türbesinde medfun kişi hakkında yazılı kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Halkın anlattıklarına göre bu zatın adı Mehmet’tir. “Halk arasında Şeyh Mehmet Dede, Dede Efendi ve Sofu Dede isimleriyle de bilinen türbede yatan zatın ne zaman yaşadığı ve nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte Horasan’dan gelen erenlerden olduğu sanılmaktadır. Üç kardeş oldukları söylenmekte, kardeşlerinden birinin mezarının köyde bulunan Erenler Tepesi’nde, diğerinin de Evliya Tepesi’nde olduğu düşünülmektedir. Türbe, Sofular köyünün kuzeyindeki eski köy yerleşim yerinde bulunmaktadır.…
Türbe, köyün alt tarafında dere yatağına yakın bir yerde kaya yükseltinin uç noktasındadır. Zaman içinde birkaç defa tadilat ve bakım yapılmış.Türbenin bulunduğu yerden bakılınca, uzaktan Kızılırmak görünmektedir. Köylülerin ifadesine göre daha önce taşla örülü olan üst tarafı yeniden kubbeyle kapatılarak sac levha ile kaplanmış ve yeşil yağlı boyayla boyanmıştır.
Türbenin yan tarafında demirden bir giriş kapısı vardır. Girişten sağa doğru kısa, dar bir koridor geçilerek alçak pervazlı, küçük bir kapıdan mezarların olduğu odaya girilmektedir. Kapıdan eğilerek geçmek mecburiyeti aynı zamanda mezarlarda medfun şahsiyetlere bir saygı ifadesidir. Burada bulunan iki mezardan sağda bulunan büyük kabir Sofu Babaya, yanında bulunan daha küçük kabir müridi Avanoslu Şıh Dede’ye aittir. Kabirlerin üzerindeki örtülerden başka Türbenin zemininde örtü, halı, kilim gibi yaygı yoktur. Kabirlerin üzerindeki kubbeli tavanda bulunan üç küçük pencereden gelen ışıkla içerisi aydınlanmaktadır. Duvarlar çimento ve kumla yapılan harçla sıvanmış, üzeri beyaz boya ile boyanmıştır.
Türbe daha önceleri yanında bulunan kaya damla bağlantılı olarak bir bütünmüş. Bugün kaya damın türbe ile bağlantılı kısmı çökmüş, bu sebeple türbeyle kaya dam arasına bir duvar çekilerek bağlantısı kesilmiştir. Kaya damın bu bölümü büyük ölçüde zarar görse de oradaki bazı müştemilat hala bellidir. Odanın birinde namaz kılındığı duvardaki mihraptan belli olmaktadır.
İbadet edilen bu bölümün yanında kurban kesilen yerler ve kurban etlerinin pişirildiği ocaklar varmış. Bazı ocakların yeri ve dumandan oluşan siyahlıklar hala durmaktadır. Buraların bazıları yıkıldığı ve içerilere tarım aletleri konduğu için ayrıntılı gezemedik. Bazı köylüler çocukluklarında burada et pişirilen kazanları hatırladıklarını söylemektedir. Bazıları da büyüklerinden buna benzer şeyler duyduklarını ifade etmişlerdir. Yine onun yanında çok geniş bir oda bulunmaktadır. Burada yerler leopar derisi, koyun ve keçi derisi postlarla kaplıymış. Köylüler ve ziyaretçiler buraya hayır için post bağışlarmış. Köşedeki iki büyük posta kimse oturmazmış. Buraya iki tane uzun sakallı hoca gelir, oturur ve ders verir, Kuran okurlarmış. Zaman zaman duvarda asılı deflerle zikir törenleri yapılır, ilahiler söylenirmiş. Anlatılanlardan ve eldeki bilgilerden çıkardığımız sonuca göre İslamiyet öncesi Türk inancına ait bazı ritüeller ve İslami uygulamalar burada birlikte yapılıyordu.
Yakın zamana kadar Cuma ve bayram namazlarının burada kılınmaya devam edilmesi de Türbe ve etrafındaki ibadethanelerin halkın gözünde ve gönlündeki değerini ifade etmesi açısından dikkat çekicidir. Bazı köylülere göre ise yukarıdaki cami yapılmadan önce Türbenin yanındaki bu kayadan oyma mekan köyün tek ibadethanesiymiş. Bu sebeple de her türlü ibadet burada yapılırmış.
Yine köylülerin anlatımına göre burada bir oda dolusu kitap varmış. Kütüphanenin akıbetinin ne olduğu tam bilinmiyor. Muhtemelen köyden ve dışardan kitaba ilgisi olanlar bu kitapları aldılar bazıları da yakıldı, yırtıldı, kayboldu. Köyde yaşayan Emin adlı bir meczubun bu kitapların çoğunu yırttığı, ailesinin engelleyemediği bu şahsın yırttığı dini kitapları çarpılmasın diye yaktığı, kalanları da dağıttığı anlatılıyor. Bazı köylülerin bu kitaplardan okumak üzere alarak sakladığı da söyleniyor. Bir köylü bize o kütüphaneden kalma bir Kuranı Kerim’i ve Tefsir kitabını gösterdi.
Türklerin Orta Asya’dan, Horasan’dan, Belh’ten çıkarak Anadolu’yu feth etmeleri sırasında önden gelen ve Anadolu halkını manevi olarak hazırlayan alperenler ve dervişler vardır. Bunlar Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana gibi büyük din alimlerinin halifesi olarak gittikleri yerde halkı irşat eder, Müslümanlığı anlatırlardı. Onlar aynı zamanda iyi savaşçı, yiğit insanlardı. Yani alplerdi. Diğer yandan da keramet sahibi olmaları, dini yönlerinin kuvvetliliği ve şeyhlerine bağlılıkları onlara “eren” denmesini sağlıyordu. İşte “alplik” bu kişilerin Türk savaşçılığını, “eren” Müslüman, inanç insanlığını alarak “alperen” denilen, bünyesinde Türklük ve İslamlığı birleştirmiş yeni insan tipini ortaya koyuyordu.
Sofu Baba da muhtemelen Anadolu’nun fethinde ve İslamlaştırılmasında görevlendirilmiş bir gönül eri ve savaşçı yani alperen idi. Kanaatimizce yukarıda açıkladığımız sebeplerle köye adını vermemiş, köyün adı ona lakap olarak verilmiş ve “Sofu Baba/Dede” adıyla anılmış, daha sonra bu lakap “Mehmet” olan isminin de önüne geçmiş, öyle tanınmıştır. Bölgede önemli görevler yapmış, ölümünden sonra halkın gönlünde şahsına karşı doğan derin sevgiden dolayı unutulmamış, adına bir türbe yapılmış ve dualarla anılmıştı.
Kaynak: http://www.avanosarastirmalari.com
Prof. Dr. Filiz KILIÇ , Dr. Mehmet KILIÇ