Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
İnsanlar hayatları boyunca çeşitli nedenlerle yer değiştirmişlerdir. Türk tarihini ve mitolojisini incelediğimiz zaman destanlarımızın pek çoğunda savaş ve göç hikayeleri vardır. Ergenekon Destanı kuraklık sebebiyle göç etmek zorunda kalan Türklerin hikayesidir.
Ardından uçsuz bucaksız Moğol saldırıları sebebiyle Orta Asya bozkırlarını bırakıp akın akın Anadolu’ya göç eden Türkmen kabileleri görüyoruz. Ahmet Yesevi’nin gönderdiği dervişler Anadolu’nun manevi iklimini hazırlamışlardır.
Osmanlı Devleti sadece Anadolu’da değil Balkanlarda da altı yüz yıl sürecek bir imparatorluğun kurucusu olmuştur. Ancak Balkanlarda yüzlerce yıl Osmanlı tabiyetinde yaşayan Sırp, Bulgar, Arnavut vs. halklar milliyetçilik cereyanının etkisinde kalarak isyanlar çıkarmış, büyük acıların yaşanmasına sebep olmuştur. Bu isyanların neticesinde yerinden yurdundan olan Müslümanlar ve Türkler Balkanlardan göç ederek Edirne kapılarına dayanmıştır. Daha sonra bu büyük göç Anadolu içlerine kadar devam etmiştir. Böylece Anadolu, Müslüman Türk üst kimliği ile adeta bir halklar mozayiğine dönmüştür.
Anadolu’da 1950 lerde özellikle Demokrat Partinin iş başına gelmesinden sonra şehirlere doğru büyük bir akın başlamıştır. Bu göç dalgası o günden başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Hala az da olsa devam etmektedir. Sanayileşmenin neticesi kurulan fabrikalarda ortaya çıkan iş gücü açığı, köylerdeki zorluklar insanların geleceklerini kentlerde aramasına sebep olmuştur.
Bu dönemde hiç de hesapta olmayan yeni bir göç dalgası yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan ağır bir yıkımla çıkan Avrupa ülkeleri alt yapı ve diğer yatırımlarında çalışacak yoğun işgücüne ihtiyaç duyuyordu. Fabrikalarda çalışacak işçi lazımdı. Güney Avrupa’dan İtalya, İspanya ve Yunanistan’dan gelen konuk işçiler yeterli olmayınca Türkiye ve Kuzey Afrika’dan da işçi alınmaya başladı.
Bu yeni durum Anadolu’da yediden yetmişe herkesi heyecanlandırmıştı. Kıraç tarlalarda bir çift öküzün peşinde koşan çiftçiden, üç, beş koyun ve keçiyi güden çobana, susuz tarlasında arpa, buğday yetiştirmeye uğraşan rençbere kadar her kesimden insan çifti çubuğu bozuyor, İş ve İşçi Bulma Kurumu şubeleri önünde kayıt için sıraya giriyordu. Nasıl bir bedel ödeyeceğini bilmeden, Almanya, Fransa, Belçika gibi daha önce adını hiç duymadığı ülkelere işçi olarak gitmek hayaliyle yanıp tutuşan Anadolu insanı ne pahasına olursa olsun “kapağı bir Avrupa ülkesine atmanın” mücadelesini yapıyordu. Bu uğurda malı, davarı, tarlayı, tapanı satan, karısının altın ve küpelerini sarrafa bozduranlar kayıt yaptırıp çağrı kağıtlarını beklemeye başladılar. Çağrı kağıdı gelenlerden bazıları daha köyünden bile dışarı çıkmamışken bir anda Almanya yollarına düştü. Sirkeci’den kalkan trenler sadece insan değil, hayal, ümit ve korku taşıyordu.
“Sirkeci'den tren gider,
Evim, barkım viran gider,”
Giden sadece tren değildi. Evini, çoluğunu çocuğunu, anasını babasını herşeyini arkasında bırakan Anadolu insanıydı. Gidilen yer dili, dini bize benzemez bir yerdi. Bir anda oralara savrulan Anadolu evladı yaban ellerde nasıl tutunacak, yok olmayacaktı. Gittiği yerin ne dili ne de dini bize benzemezdi.
“Sirkeci'den tren gider,
Bir yaldızlı Kur'an gider.”(1)
Koynuna sakladığı hamaylısıyla beraber tahta bavulunun en altına itinayla sarıp sarmalayarak koyduğu Kuranı ve bayrağı onun en büyük güvencesiydi ama yine de gittiği yer yaban elleriydi. Çoğunda gurbet ellerinde bakıp da hasret gidereceği yakınlarının fotoğrafı bile yoktu. Olanlar da o solgun siyah beyaz resimleri cüzdanlarının en güzel yerine itina ile koyuyordu.
Yaban ellere gidip çalışmaya başlayanlar birkaç yıl sonra bir hayli değişmiş, ekonomik olarak da gelişmiş olarak memlekete izine gelmeye başlayınca yurt dışında işçi olmayı hayal edenler daha da şevklenmiş, bu uğurda her türlü yolu denemeye başlamışdı. Hatta patates mühürden medet umuldu.
Almanya’ya, Fransa’ya kısaca gurbete gitmek kolay değildi. Ama memlekette kalan kadının, çocuğun, yavuklunun, ananın, babanın da durumu kolay değildi. Evinin direği, yüreği, bileği yoktu. Evin direği olmadan nasıl ayakta duracaktı, nasıl tütecekti bu ocak. Ekmek derdine gurbet ellere gidenler yaban memleketlerde heder olup yok olmamak için birbirine sarıldı. Barakalarda yarı aç yarı tok zor şartlarda ömür tüketti. Hafta sonları yeni gelen bir hemşeriden belki memleket haberi alırım diye tren istasyonlarında volta attı, bekledi. Gurbetteki yalnızlığını el ele tutuşarak gezdiği hemşerisiyle azalttı. Bir Alman yada Fransızın Anadolu insanının kalbindeki hemşerilik ve arkadaşlık ruhunun derinliğini, önemini anlaması mümkün değildi.
Türk insanı gurbete alışkındı. Yıllarca o cepheden o cepheye savrulan Mehmetçik gurbet duygusunu hiçbir zaman unutturmamıştı. Yemen’e, Arabistan çöllerine, Balkanlara, Galiçya’ya, Şarka, Garba giden askerin ardından ne ağıtlar ne türküler yakılmıştı. Ya dönemeyenler onların acısı unutulur gibi değildi.
Havada bulut yok bu ne dumandır?
Mahlede ölen yok bu ne figandır?
Şu Yemen elleri ne de yamandır
Ano Yemen'dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir?
Bir zamanlar Yemene, Arabistan çöllerine, Balkan, Kafkas Cephesine gidenler gelmiyordu. Şimdi Almanya’ya, Fransa’ya gidenler geri dönmüyordu. Kocasını gurbete çalışmaya yollayan kadın için ne zor bir durum. “Babam nerde, ne zaman gelecek” diye soran evladına nasıl cevap verecek. Günler günleri, aylar ayları kovalar. Gelecek bir zarftan çıkacak iki satır mektup için günlerce yol gözlenir. Gücü gözyaşlarına yeter. Sıkıştıkça, bunaldıkça, özledikçe ağlar, ağlar. “Birkaç yıl, birkaç kuruş” diye çıkılan bu yolculuk uzadıkça uzar. Kimsede dayanacak tâkat kalmaz. Geride hasretlik çeken, yol gözleyen eşler ” Acı vatan Almanya’nın ne kadar acı olduğunu” gecenin sessizliğinde yaktıkları ağıtlarda dile getirirler.
“Almanya dağında bir talla nohut
Ben burda yazarım sen orda ohut
Eğer cenazeme yetişemezsen
Dolaş mezerimi geldiğin vahıt
Xxxxx
Uzun uzun uzadıllar yorganı
Üstüne çekiyor Alman yorganı
Eğer yârim sağ selamet gelirsen
Çifte keserim avlumuzda kurbanı
Xxxxxx
Almanya yolunda bir küme diken
Kör olsun dikeni yollara diken
Bu ayrılık değil mi boynumu büken
Tez gel yarım tezgel sılaya doğru
Xxxxxxx
Almanya yolunda bir küfe üzüm
Ağlayı ağlayı kan doldu gözüm
Bu yaz da yanımıza gelmezsen
Vallahi varırım yanına güzün. (2)
Herkesin gurbeti kendi içindedir. Gurbet ellerde insanımızın yaşadıklarını yazmaya kalkarsak ciltler dolusu kitap olur. Kalın sağlıcakla.
NOT: Yeni sitenizin hayırlı olmasını dilerim. Bu tür sitelerin yaşaması için sizlerin destek olması gerekir. Gurbet ellerde önemli görevler üstlenecek olan site yöneticilerine de başarılar diliyorum.
Dr. Mehmet KILIÇ
Avanos ve Çevresi Kültür, Tarih Araştırmaları
(1) Bu şiir Ali Akbaş hocamıza aittir.
(2) Ali Yılmaz, Kapadokya’da Bir Kültür Merkezi Özkonak (Genezin), İzmir, 2009, s.236
https://www.avanosarastirmalari.com/